Tevbe, Allah-u Zülcelal’ in çok büyük bir merhamet kapısıdır. Allah-u Zülcelal kullarına iman nimetinden sonra büyük bir nimet olan tevbe nimetini nasip etmiştir. Tevbe, günahlar ve kötü alışkanlıklar üzerinden ayrılıp pişman olmuş bir kalple bir daha günah işlememeye niyet etmektir.
Çünkü Allah-u Zülcelal bir ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur: “Ey iman edenler! Kalpten samimi bir şekilde tevbe ederek Allah’a dönün.” (Tahrim; 8)
İnsan, şeytanın sermayesi olan günahları terkederek Allah-u Zülcelal’ e dönmelidir. Çünkü kurtuluşun bundan başka çaresi yoktur. Niketim Allah-u Zülcelal başka bir ayet-i kerimede şöyle buyurmuştur: “Ey Mü’minler! Hepiniz Allah’a tevbe ediniz ki, kurtuluşa erebilesiniz.” (Nur; 31)
İnsanın tevbe etmesi, kalbinin manevi olarak uyanmasının alametidir. Manevi olarak uyanmaya başlayan kimse de:
Nefsinin acizliğini hatırlayınca boynunu büker.
Günahlarını hatırlayınca, hemen tevbe eder.
Dünyayı hatırlayınca, düşünüp ibret alır.
Ahireti hatırlayınca sevinir.
Allah-u Zülcelal’ in kudret ve azametini hatırlayınca da ürperir.
Tevbe-i nasuh, insanın hem zâhirî, hem de bâtınî olarak tevbe etmesidir. Gizli ve aşikâr, sahibi üzerinde günahların iz ve tesirlerinden bir iz ve leke kalmamasıdır. Tevbe-i nasuh yapmak kime nasip olursa dünya ve ahirette bahtiyar olur.
Allah-u Zülcelâl tevbe-i nasuh hakkında şöyle buyurmuştur:
"Ey iman edenler! Tam doğru ve temiz (bir) kalple sahih bir tevbe ile (bir daha günaha dönmemek şartıyla) Allah'a tevbe edin. Böyle yaptığınız takdirde olur ki, Rabb'iniz günahlarınızı örter. Sizi, altından ırmaklar akan cennetlerine kor..." (Tahrim; 8)
İşte bu öyle bir tevbedir ki, insanı günahına rağmen cennete sevkeder. Nasuh tevbesi ile tevbekâr olan kimsede ne açık, ne de gizli günahtan eser kalmaz. Samimi bir şekilde tevbe eden hep Hakk ile meşgul olduğu için nasıl akşamladığına ve sabahladığına aldırış etmez.
Allah-u Zülcelal bir ayet-i kerimede:
“... Tevbe eden, inanan ve yararlı iş yapan, sonra doğru yola giden kimseyi bağışlarım” (Taha; 82) buyurmuştur.
Tevbenin Sekiz Alameti
Tevbenin alametleri (işaretleri) sekiz tanedir:
Geçmiş günahlardan pişmanlık.
Terkedilmiş farz ibadetleri kaza etmek.
Bir daha günaha dönmemek.
Üzerinde kul hakkı varsa ödemek.
Hasımlarla helalleşmek.
Günah işlemekte nefsini isyana alıştırdığı gibi, taatlerin de acılığını tattırmak.
Nefsi zevklerin yolunda semizleştirdiği gibi hak yolunda zayıflatmak.
Günahlara buğz etmek, hatırlayınca istiğfar etmek ve kimseye söylememektir.
Şu bir gerçektir ki, Allah-u Zülcelal' in rızasına vasıl olmak, nasuh bir tevbe yapmak ve bu tevbenin gereklerini yerine getirmekle mümkündür.
Peygamber Efendimiz (S.A.V) şöyle buyurmuştur:
"Nefsim elinde olan Allah' a yemin ederim ki; siz günah işlememiş olsaydınız, Allah sizi helâk eder, yerinize günahkâr bir kavmi getirirdi. Onlar günah işleyip affolunmak dilerlerdi." (Müslim, Tevbe: 11)
Tevbe dönmek, pişman olmak demektir. Yani, İslam dininin emir ve hükümleri dahilinde, haram ve yasak olan şeyleri terk edip, helâl ve mübah olan şeyleri yapmak demektir.
Kulun işlediği günahlardan dönerek tevbe etmesi ve Allah-u Zülcelâl tarafından af ve mağfiret edilmesi, dil ile kalbin birlikte pişmanlık duyarak tevbe etmesine bağlıdır. Sadece diliyle tevbe edip, kalbinde günahına devam etme yönünde bir meyil olursa bu tevbe yalancıların tövbesi olur ki; Allah-u Zülcelâl' in bu şekilde yapılan tevbeleri kabul etmesi mümkün değildir.
Tevbenin hem dil hem de kalp ile yapılması ve bunun yanında geçmişteki günahlara düşmemeye azmedilmesi, tevbe eden kişinin tevbesinin kabul olunmasının en büyük alâmetlerindendir.
Çünkü Allah-u Zülcelâl âyet-i kerimede şöyle buyurmuştur: "Ey iman edenler! Hepiniz toptan Allah'a tevbe ediniz, umulur ki kurtuluşa erersiniz." (Nur; 31) Diğer bir ayet-i kerimede de şöyle buyrulmuştur: “O (Allah) kullarının tevbesini kabul eden, kötü hareketlerini bağışlayandır.” (Şûra; 25)
Allah-u Zülcelâl, günahkâr kulunun tevbesini kabul etmenin ötesinde bundan memnun olur, sevinç duyar. Allah-u Zülcelâl' in tevbe edenler için sevinmesi, çölde yiyeceğini ve bineğini kaybeden kimsenin onları bulmasından dolayı sevinmesinden daha fazladır.
Tevbe, bir sabun gibidir. Sahibini günahların kirlerinden temizlemek suretiyle tertemiz yapar. Allah-u Zülcelâl bir âyet-i kerimede: “ ... Tevbe eden, inanan ve yararlı iş yapan, sonra doğru yola giden kimseyi bağışlarım” ( Taha; 82) buyurmuştur.
Bir kimse, günahların çirkinliğini ve sonunun ateş olduğunu bilir, Allah-u Zülcelâl'in azabına karşı kendi acizliğini hatırlarsa, günahlardan kendisini muhafaza etmeye gayret eder ve hemen tevbeye sarılır.
Hiç kimse nefsinin hilelerinden emin olup tevbeyi terk etmemelidir. Çünkü Allah-u Zülcelâl bir âyet-i kerimede: “Fakat, insan ileriye doğru daima kötülük yapmak ister.” (Kıyame; 5) buyurmuştur. Onun için insan daima kendisini kontrol altında tutmalı, daima tevbe üzere bulunmalıdır.
Peygamber Efendimiz (S.A.V)' de bir hâdis-i şeriflerinde: “Her kim, tevbe etmeye devam ederse, Allah da onun sıkıntısını neşeye çevirir, darlığına bir çıkış yolu bulur ve ummadığı bir yerden onu rızıklandırır.” (Buhari, Tirmizi) buyurmuştur.
Tevbe, bütün müminlere farzdır. İnsan tevbe ettikten sonra kendisini bütün hata ve günahlardan uzak tutmaya gayret etmelidir. Bu nedenle Hz. Ali (R.A) demiştir ki: “Tevbe etmek farzdır. Fakat tevbe etmeyi gerektiren şeyleri terk etmek ondan önce farzdır.”
Seyda Muhammed Konyevi (K.S)
Hiç yorum yok: